Geride Kalan

Yazının en başında, tüm tatlı su entelektüelliğimden sıyrılarak tarafsızca bir metincik peydah etmeye karar verdim ve o arzuyla başladım bu karalamaya;

“Tiyatro” “Tiyatroculuk(?)” bunlar bu metnin giriş anahtarları sanırım. Yani en azından benim bu perdeli dünyanın içinde attığım ilk kulaçların sesiydi bu kelimeler.. Benim için yapmak istediğim şeyin tam olarak ismi buydu. “Tiyatroculuk(?)” Sonra birkaç bilir insandan -fena halde biliyorlardı- bunun aslında tam da öyle olmadığını öğrendim. En azından bu kavramın, benim hevesi içerisinde olduğum dokuyla tamamen zıt olmasa da belli başlı zıtlıklar taşıdığını öğrendim. Asıl adı “Oyunculuk” dediler bilir insanlar; “Bu işin akademik eğitimini alan kimse, yalnızca sahne tozuna hapsolmaz, gerektiğinde 3 saatlik oyunları, 3 saniyelik periyotlara bölerek bir teknolojik zımbırtının* önünde de oynar !”

Bu cümleden çıkarılabilecek en absürt anlamlardan birini çıkardım sanıyorum.

Cümle “Bu işin akademik eğitimini alan kimse, yalnızca sahne tozuna hapsolmaz” diye başlıyordu. Yani “Önceden” söylenen, daha kabul görmüş olan “sahne tozu” “sahne” idi.

Sonradan gelen kısım ise; “gerektiğinde 3 saatlik oyunları, 3 saniyelik periyotlara bölerek bir teknolojik zımbırtının* önünde de oynar !”   Bu da demek ki; “Sonradan” ve “Teknolojik” olan ise kamera önünde bir şeyler oynamak, oynayabilmekti.

“Önceden” “Sonradan” “Sahne Tozu” “Teknolojik” sözcükleri arasında bir Mario edası ile zıplarken gördüğüm gerçek şuydu ki; Tiyatro, “Geride Kalan”dı… Biliyorum okuyan ve Tiyatroyu çokça seven tanıdık kimseler siktiri bastı bile çoktan ama maalesef haklılık payı çok yüksek bir sözcük var(?) bu durum için; “Güneş, perde* ile sıvanmaz” -asdfghjk-

Evet ! İtiraf ediyorum. Tam olarak bunu düşünüyorum. Tiyatro modern çağın gerisinde kalmış bir “Oyunculuk” sergileme biçimidir. Daha çok inanmak mümkünken, daha az inanmayı seçmiş insanların kovaladığı bir antika oyunculuk sergisidir. Eğer mesele, Oyunculuğun temel alındığı bir Britanyalı sözü ise; -Tiyatro hayatın aynasıdır.- elimizde artık çok daha net aynalar varken, daha puslu aynalardan bu işi takip edip ettirmek nostaljik birer hevestir fikrimce. Bu sanat eğer, inandırmak üzere kuruluysa ve o hiç sevmediğimiz kaka dizilerdeki 3-5 saniyelik dramatik bir sahne bile, bir “antika sergi biçimi”‘nde yer alan “uzun soluklu” koca bir metinden daha dramatik geliyorsa çoğu zaman, bazı gerçeklerle yüzleşme vaktidir yoldaşlar!

“Kamera önünde olmak ya da olmamak işte -artık- bütün mesele bu…”

http://www.youtube.com/watch?v=3sJmX0iH9U0

Yorum bırakın