Mutluluğun Vesikası

Mutlu olmazsa ne için Yaşar İnsan ? Elbet herkesin en büyük hayalidir bu, yakalamak için emeklemeyi öğrenip, koştuğu nihai emel. Mutlu bir ailede büyümek öncelikle… Çok mühimdir ha! Asıl konuya bizi götüren, bizim için büyük, Armstrong için küçük adım ! Sonra iyi bir okul lazım bize ki, yine burada da biraz mutluluk point toplayıp, asıl hedefimize kararlı bir şekilde ilerleyelim. Ardından iyi bir meslek gerek. Şöyle iyi para kazandıran, erkeksek, kız verilme hususunda sıkıntı yaratmayacak, meslek gruplarının “Dream Team”ine müdahil. Kadınsak, öğretmen… Şimdi geldik paranın boş bıraktığı kısımdan mutluluk biçmeye. Iyi bir sevgili lazım. Bizi sıklıkla mutlu edecek. Mutlu olmaktan ve etmekten başka derdi olmayan, tüm kaynaklarını ve kendini mutluluğu bulmak için doggy’e yatırmış bir sevgili… -Deli misin ? Başka ne olacaktı, bunca yıllık “Büyük Mutluluk Hayali”ni, birden bire ortaya çıkan, mutlu olmak ve etmekten zerre haberi olmayan, mutsuzluğu kendine camii edinmiş bir Orospu Çocuğu, hayatının insanı olmayacak elbette…-
Sonunda, manevi mutluluğu da en yoğun şekilde ağzına patlatan, “ruh eşini” buldun. Şimdi onunla birlikte, mesleğe yeni sermayeler katıp, onların beşiklerini sallarken “Büyük Mutluluk Hayali”nin kaslı bacakları arasında kendini gevşek bırakabilirsin. Hem İnan, kendini kasmayınca daha az acır…

Ders bitmiştir; katılımcılar, en yakınlarındaki karakoldan, “Mutluluk Vesikaları”nı alabilirler…

Sanal-ı İnternet

“İnternette her sey sanal yeaaa..”

Maalesef sanal manal degil burasi. O, “hayat sokaklarda!” fikriniz, birbirlerine gerçek kimliklerini göstermekten korkan, sahte tebessumlerle ortalikta fink atan insanlar peydah etti.

Ama burasi değişik!

Tamam burada da sahte kimlikli çok insan var ama sokaktaki kadar degil. Derdim, “insanlar hep iki yuzlu, iyi niyetimden kaybettim :((” degil elbet. Bahsettigim sey bambaşka. Gercek samimiyetten, düşünerek konuşmaktan bahsediyorum. Sohbetin ortasinda sıkılıp, konusma penceresini dusunmeden kapamaktan bahsediyorum. Fikirlerini okuyup sevdigin bir insana “selam” demekten bahsediyorum…

Seni tanimiyorum(?)

Seni tanimiyorum ama sana hayatimin en mahreminden bahsedebilirim. Henuz tanisali 3 gun olmusken, sana hayatimin en buyuk acilarindan bahsedebilirim. Kim oldugumun, kim oldugunun bir onemi yok. Sadece fikirlerin ve klavyen var. Belki o “hayat” dolu sokakta hergun yanimdan gecip gidiyorsun yuzume bile bakmadan ama aksam bilgisayarini/tabletini acip bugun neler yasadigini hevesle bana anlatiyorsun.

Kadinli, adamli seks var!

Evet, bazen fotografini dahi gormedigin adamla/kadinla seks yapiyorsun burda. Birbirine degen tek cinsel organ beyinler… Bir anlik da olsa, namus(?) bacak arasindan, parmak arasina terfi ediyor. Oluyor mu peki? Oluyor…

Internetten tanistigima guvenmem ben!!!111!

Otobus duraginda senden ates isteyen bir “yabanciya” da guvenmiyorsun ki? Sokakta pesinden gelen ayak sesinden ürküp telefona sariliyorsun; “Baba geliyorum, 2 dk sonra yanindayim.” Bunu yapan ve bazi sosyal medya sitelerinde takipci kovalayan da sensin. Oyle degil misin, oyle degil miyiz kardeŞim?

Ilkel bir hayvan degilsin artik.
Kalcalarina bakip, genis oldugu ve dogal olarak daha kolay cocuk dogurabilecegi icin bir kadina asik olmuyorsun. Ya da saglikli genler versin diye uzun boylu, genis omuzlu adamlara. Artik yolda gorsen selam vermeyecegin adamlarin fikirlerinin dogurganligina ve saglikli olusuna bakiyorsun.

Hayvandan seni ayiran ozelligin neydi, dusunmek. Iste simdi dusunceler onunde sertlesip, sulanma cagindayiz. Ve simdi gercek insanlar oluyoruz…

her

Ergenlik(?)

u ergenlik işini bi çözelim kardeŞim..
Kim bunlar ? Ya da doğru soru kimiz biz ?

Ortalama 15-18 yaş aralığındaki, mutsuz, hayata adapte olmaya çalışan(?) boktan müzikler dinleyip, boktan şeyler izleyen ve okuyan, düşünceleri ve davranışları sabit olmayan, fazla duygusal, fazla duygusuz, bedenini ve hayatı her fırsatta keşfetmeye çalışan, sığ ve dangalak bir topluluk mudur tam tanımı bu kitlenin ?

Yoksa hayattan yediği birkaç tokat sonrası, düşünmeye dahi korkar olmuş, sistemin içindeki en tasmalı haliyle, sisteme ara sıra hırlamaya çalışan, dayatılmış sınırlar içinde, özgürlüğünü kuyruk sallayarak kutlayan, kaybedecek çok şeyi olduğuna inandırılmış, bu hayali varlığını kaybetmemek için ruhunu satmaya her daim hazır bir omurgasızlar ordusunun onlara yapıştırdığı bir tanım mıdır ?
Israrla merak ediyorum, merak ettirmek istiyorum. 17 yaşındaki bir genç adamın/kadının toy düşünceleri mi daha mantıksız, manasız, korkak, yoksa 27 yaşındaki bir yetişkinin(?) mi düşünceleri daha zincirli ve cesurlukdan uzak ?

Ergenken evden kaçıp gitmeye bu kadar hevesli olan insanlar ne oldu da eve dönebilmek için can atıyor artık ? Ne değişti ? Kaçmak istediğin boktan evden daha eğlenceli ve yaşanılabilir bir eve mi sahipsin artık ? Yoksa kaçmak istediklerinden biri oldun da haberin mi yok ?

Götlerine pamuk tıkılana kadar ergen* kalacaklara ithafen…

ergen

Burtoni’nin üçü.

Bir bar… Herhangi bir bar. Bazı kültürde sosyalleşmek için biçilmiş kaftanı oynayan, bir başka kültürde, annelerin, onla oynanmaması için hiddetle uyardığı kötü bir arkadaştan farksız bir bar. Girişi, içinde ucuz bira içen tüm adamlar ve kadınlardan daha puslu. Barın 3. katı, eski bir masa, eski bir sandalye. Fiyatı, içini doldurduğu meşe ağacından yontulmuş fıçının kalitesi ve içinde bulunduğu süre ile belirlenmiş bir bardak Viski… Ağır ağır içmeye devam etti Burtoni tüm bunları düşünürken. Belini kavrayan sandalyeyi hissetti, belki de önündeki viskinin dinlendirildiği meşe fıçıları gibi, bu sandalye de bir meşe ağacından yontulmuş ve işlenmişti ve şimdi de üzerindeki adamı dinlendiriyordu. Tek fark, Viski, meşe içinde yattıkça değer kazanıyordu, Burtoni bar dekorunun bir parçası olan meşe sandalyeler üzerinde değersizleşip, ucuzluyordu. Buna aldırmadı. Bir kadeh daha içki istediğini, barda çalışan elemanlardan birine boş bardağı kaldırıp göstererek anlattı. Barın karanlık zeminini, Okumaya devam et

Geride Kalan

Yazının en başında, tüm tatlı su entelektüelliğimden sıyrılarak tarafsızca bir metincik peydah etmeye karar verdim ve o arzuyla başladım bu karalamaya;

“Tiyatro” “Tiyatroculuk(?)” bunlar bu metnin giriş anahtarları sanırım. Yani en azından benim bu perdeli dünyanın içinde attığım ilk kulaçların sesiydi bu kelimeler.. Benim için yapmak istediğim şeyin tam olarak ismi buydu. “Tiyatroculuk(?)” Sonra birkaç bilir insandan -fena halde biliyorlardı- bunun aslında tam da öyle olmadığını öğrendim. En azından bu kavramın, benim hevesi içerisinde olduğum dokuyla tamamen zıt olmasa da belli başlı zıtlıklar taşıdığını öğrendim. Asıl adı “Oyunculuk” dediler bilir insanlar; “Bu işin akademik eğitimini alan kimse, yalnızca sahne tozuna hapsolmaz, gerektiğinde 3 saatlik oyunları, 3 saniyelik periyotlara bölerek bir teknolojik zımbırtının* önünde de oynar !”

Bu cümleden çıkarılabilecek en absürt anlamlardan birini çıkardım sanıyorum. Okumaya devam et

Burtoni’nin İki’si

  Gözlerini karanlık ve sıcak bir Pazar akşamına araladı. Tabii içinde bulunduğu günün Pazar, günün ise akşam vakitlerinde olduğunu uyandıktan 2 saat sonra fark etti. “Keşke iyi bir Hristiyan olsaydım.” diye düşündü. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra ekledi; “Keşke önce insan olsaydım..”
Kendi derisinden daha çok sahiplendiği kahverengi renkteki deri ceketini sırtına geçirip dışarı çıktı. Hava karanlıktı. Saatin tam olarak kaç olduğunu bilmiyordu. Aslında, bugüne kadar saatle ilişkisi, formaliteden öteye gitmemişti. Zamana dair en köklü ve kanıksadığı düşüncesi, onunla mantık evliliği yapmış olduğuydu.. İki tarafında birbirinden çıkarı vardı. İkisi de birbirini tüketmeye ve kendi çıkarları doğrultusunda en verimli şekilde sağmaya çalışıyordu. Hızla önünden geçtiği cadde üzerindeki dükkanların vitrininden gördüğü suratındaki epeyce derin çizgiler bu sağılmışlığın nişanı olabilirdi. Peki ya o ? Okumaya devam et

Burtoni’nin Bir’i

Zaman içinde, tütünün yavşaklığıyla sararmış bir bıyığa sahip olmak en büyük hayalimdi. Ama ömrüm boyunca bıyıklarımın uzumasına hiç musade etmedim. Bu sayede en büyük hayalime ulaşmama engel olan yalnızca bendim. Tabii ömrüm boyunca kin besleyeceğim o bıyıksız adam da… Ben Burtoni, yalnızca Burtoni. İsminin başında yahut kıçında “Burtoni”den başka Latin çizgisi taşımayan Burtoni. Boş zamanlarımda sevişiyorum, ancak 41 yıldır kendim kadar meşgul birini hiç tanımadım. Çünkü çok meşguldüm..